Bazı cümleler duyuldukça ve kullanıldıkça gerçek anlamından uzaklaşıyor, etkisini kaybediyor ve değersizleşiyor.
Bunlardan biri de "İnsan bilmediğinden korkar..."
Şimdi birlikte eski çağlara gidelim. Çok da eski değil.
Mitolojinin doğduğu yıllar. Malumunuz Yunan Mitoloji'sinin en önemli yazılı eserleri olan
İlyasa ve Odysseis M.Ö 8. YY'a tarihlendiriliyor. Tabi bu sistemli kayıt altına alma işleminden önce de mitoloji bir söylev olarak halk arasında oldukça yaygın. Şu an bizim mitoloji dediğimiz bu yaygın hikayeler o dönem Yunan halkının "dini"...
Yani
Zeus'un tanrıların tanrısı olduğu,
Apollo'nun müziğe ve güneşe hükmettiği, denizlerin dalgaların
Poseidon'dan sorulduğu bu dinin öğretilerinden sadece bir kısmı. Öyle kuvvetli bir inanç ki bu tanrılar için tapınaklar inşa ediliyor.
Bugün farklı bilim dallarında kullandığımız bazı terimlerin kökeni de mitolojiye dayanıyor. "
Aşil Tendonu" diyerek küçük bir örnek de vermiş olalım. Küçük Ayı ve Büyük Ayı yıldızlarının, İstanbul Boğazı'nın, nergis çiçeğinin ve bunun gibi daha bir çok nesnenin nasıl oluştuğu da mitolojide hikayeleştirilmiş.
Doğadan korkan insan anlam arayışı içine girmiş. Sebep-sonuç ilişkisini primitif şekilde kurmuş. O zamanın teknolojik imkanları göz önüne alındığında saygı değer ve faydalı bir çaba olduğunu söylemek görevimizdir diye düşünüyorum. Bugün mitolojik hikayeleri okuyup " çok saçma" demek bana kabaca geliyor. Mitoloji "merakın" ve "anlamlandırma çabasının" en önemli eserlerindendir bence.
Neyse günümüze dönelim. Günümüzde bir çok sır çözülmüş gibi görünüyor. Ya da doğrudan bireyi ilgilendiren olay ve nesnelerin oluşum süreci bilimsel olarak açıklanabiliyor. Her ne kadar bazı ormanların derinlerinde ve okyanusların diplerinde bazı sırlar kalmış olsa da tamamını bilimsel bir temele dayandırmak mümkün. Belgeselciler bizim korkarak baktığımız hayvanları kamera ile kayda alırken " Aman tanrım şunun renklerine bak
harikaaaa..." diye çığlık atabiliyor. Çünkü hayvanı tanıyor.
Bireysel korkularımızın kökeni de bu bilinmezlikle ilgili. Aslında bu duyguya korku demek ne kadar doğru bilmiyorum.
Örneğin gitar çalmak isteyip uzun süre çalamamak ve gitar çalma çabasından kopmak da korku olarak adlandırılabilir.
Bu çalamama eylemi ya da gitara uzun süre adapte olamama durumu yine bilmemekle ilgili.
Hep söylerim "tanımlama ve sınıflandırma" yapamıyorsanız öğrenmeniz zorlaşır. Arada bir çevrenizi anlamlandırmaya çalışın. Mesela kendinize ya da çocuğunuza " Burun nedir?" diye sorun. Gerçekten "Burun nedir?". Bu soruyu ilk duyduğunuzda basite alabilirsiniz. Ama tarifini yapmak sizi biraz zorlayabilir. Ben sizin için basit bir tarif yapayım.
"Yüzün ortasında bulunan, iki delikli ve nefes alama işlevini yerine getiren organ..." Gördüğünüz gibi önce konumunu sonra şeklini sonrasında da işlevini anlattım. Bu tanımlama şablonu zihinsel aritmatik açısından işinizi kolaylaştırabilir.
Şimdi dönelim gitara. Evet gitar çalmak istiyorsunuz ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsunuz. Ben size söyleyeyim. Öncelikle gitarı tanıyın. Çünkü insan bilmediğinden korkar.
Gitar; bir sap bir gövde ve bir de akor kulaklarının olduğu baş kısmından oluşur. Üzerinde sesi çıkaran tellerle sese dolgunluk veren bir oyuk yer alır.
Gitar çalmayı öğrenmeden önce iki üç gün gitarı elinize alıp bu bölümleri iyice algılayın. Gitarı sıkı sıkı tutun. Zaman zaman sapından tutup sallayın. Ağırlığına, şekline ve ergonomisine iyice vakıf olun. Onunla bütünleşin. Bir nevi gitarla
mindfulness yaşayın.
Sonrasında gitar çalmayı öğrenmeye başlayabilirsiniz.
Evet insan bilmediğinden korkar. "Bilme eylemi" ile ilgili bilmediklerimiz var. Bilmek üzerinde biraz durup daha hızlı ve verimli bir öğrenme sürecine girebilirsiniz.
Sevgiyle ve bilgiyle kalın. :)