Öncelikle ben bu "sömestr" kelimesine takığım. Hem yazması zor hem okuması. "Çikolata" da öyle bir kelime. Yazarken bir derece kolay ama söylemesi çok zor. Keşke herkes her kelimeyi istediği gibi söyleyebilse... Ama o zaman da iletişim problemleri artıyordu değil mi?
Neyse konumuza giriş yapalım.
Malumunuz üniversite öğrencisi olmak çok eğlencelidir. Yıllarca tek hedefiniz o kampüse girmekmiş gibi kendinizi paralayarak okursunuz. Kazanırsanız ne ala kazanamazsanız da potansiyel olarak başta aileniz olmak üzere kırıcı bakışlarla karşı karşıya kalırsınız.
Hele bir de o çok sevgili üst komşu o çok değerli akraba yok mu? "Nereyi kazandı sizin çocuk?" diyerek arar. Eğer iyi bir yeri kazandıysanız tebrik eder. Ama emin olun onun çocuğu daha geçerli bir yer kazanmıştır. Siz Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nü kazanmışsınızdır ama o çok da önemli değildir. Önemli olan bu aralar gideri daha fazla olan "at yetiştiriciliği bölümünü" kazanabilmek. Neden? Çünkü demişler ki gelecek vaadediyor. Çok para kazanıyorlarmış. Ama senin kazandığın Boğaziçi Ekonomi'nin mezunları işsiz güçsüzmüş. Bak sen şu işe.
Neyse efendim diyelim ki bu badireler de atlatıldı. Memleketinizden uzakta bir şehri kazandınız. Hazırlıklar yapıldı. Derslere yetişmek üzere evden ayrılıyorsunuz. Otobüs terminalinde gözü yaşlı bir ana. Sizi uğurlamaya gelen kardeşler akrabalar vs. Her yer buruşmuş kağıt mendil. Sende de inceden bir burukluk var ama bu duygusal atmosferden bir an önce çıkıp ortamlara akmak istiyorsun. Ortamlar dediğim makaleler, tezler, seminerler, deneyler falan...
Üniversiteye başlayıp acemiliği yavaş yavaş atıyorsunuz. Sonra ilk SÖMESTR geliyor. Bakın SÖMESTR diyorum. Burası çok önemli.
Aileniz sizi nasıl özledi bilemezsiniz. Nerede indiyseniz aileniz sizi gelip oradan alıyor. Yanınızda bir iki valiz hediye getirmişsiniz. Yani kirli çamaşırlar. Bir de sömestrda çalışırım diyerek yanınıza alıp hiç kapağını açmayacağınız kitaplar var.
İlk gün istediğiniz yemeklerin hepsi yapılmış. Yatak döşek mis gibi. Siz tam kokmaya başladığınızda imdadınıza yetişen hijyen var.
İkinci gün yine aynı güzellikler. Hadi özlemdi hasretti derken üçüncü günü de krallar gibi geçirdiniz.
Ama dördüncü gün büyü bozulur. Dördüncü gün üçüncü günden kalan yemek yenir. Atılmasın zaten günahtır. Beşinci gün çok da güzel şeyler yapılmaz. Artık pırasa mı olur kereviz mi bilemeyiz.
Altıncı gün ise tiz bir ses gelir salondan; "oğluuum hadi git ekmek al..." Evet yanlış duymadınız artık görev zamanı. Özlem hasret bir yere kadar.
Sonrasında zaten erken kalkmak zorunda kalmalar, temizliğe yardım etmeler falan derken eski üyelik şartlarının hepsi yerine gelmiş olur. Ve siz yine çok sevdiğiniz ders ortamlarına geri dönmeyi istersiniz.
Dönüşler de güzeldir. Herkes evinden bir şeyler getirir. 1-2 ay ev lokanta gibi olur.
Ama öğrenciliğin güzelliği de çilesi de hiç bitmez. Bitmesin de...
Bu yazımız öğrenciliğini özleyen bütün yetişkinlere gelsin. Ve üniversite öğrenciliği ile ilgili yazacağımız yazılar için güzel bir başlangıcı olsun.