Eğitimde yaratıcılığın ve öğrencilerin yaratıcı becerilerinin geliştirilmesinin hayati öneme sahip olduğu konusunda günümüz eğitimcileri hemfikir. Ancak eğitim sistemlerimizin gerçekten bu amaca hizmet edip etmediği uzun süredir tartışma konusu.
2006 yılının Şubat ayında tüm zamanların en çok izlenen TEDTalks konuşmacısı Ken Robinson da eğitimde yaratıcılığın hayati öneminden bahsetmiş ve günümüz okullarının öğrencilerin yaratıcılıkları üzerindeki etkisinin ne yönde olduğuyla ilgili süregelen tartışmaları alevlendirmişti.
Konuşmasına konferans boyunca gözlemlediği hakim temaları özetleyerek başlıyordu Ken Robinson. Bunlardan ilki insan yaratıcılığının boyutlarının tahmin edilemeyecek büyüklüğü, ikincisi ise insanın geleceğin tahmin edilemezliği karşısındaki çaresizliğiydi. Tüm insanlık olarak geleceğe dair tahminler yapabilmek için geliştirdiğimiz tüm tekniklere rağmen hala 5 yıl sonra bile ne olacağına dair bir bilgimiz yoktu. Ünlü eğitimci günümüz çocuklarının 2065 yılında emekli olacaklarını söylüyordu ve ona göre çocukları o tahmin edilemez geleceğe en iyi şekilde taşımak eğitimcilerin sorumluluğuydu.
Ken Robinson’un argümanı tüm çocukların olağanüstü yeteneklere sahip olarak doğdukları ancak bu yeteneklerinin ve yaratıcı kapasitelerinin eğitim sistemi içerisinde öğütülerek yok edildiğiydi. Yaratıcılığın önemini okur-yazarlıkla eş değer gören yazara göre çocuklardaki yaratıcı kapasitenin büyüklüğü “hata yapmaktan korkmama” ile açıklanıyordu. Hata yapmaktan korkmamakla yaratıcı olmak elbette aynı şey değildi ancak aralarındaki ilişkiyi Robinson şöyle özetliyordu: “Hata yapmaya hazır değilsen, orijinal bir şey ortaya koyamazsın.”
Peki ne oluyor da olağanüstü yeteneklere sahip olan çocuklar çoğu zaman sıradan ve hatta işlevsiz yetişkinlere dönüşüyorlar? Robinson’a göre bu sorunun cevabı ”hata” lara bağlı eğitim sistemimizde yatıyor. Öğrencinin yapabildiklerinden çok yapamadıklarına odaklanan, hata yapmayı kabul edilemez gören bu sistem elbette ki hata yapmaktan çok korkan, bir şeyi yanlış yapmaktansa hiç yapmamayı tercih eden insanlar yaratıyor. Potansiyelleri engellenmiş ve hep doğru olma baskısı içindeki kişiler de elbette yaratıcı ürünler ortaya koyamıyorlar.
Bu durumda eğitim, büyük potansiyelleri olan küçük çocukları; küçük dünyalarında hata yapmadan yaşayan, tekdüze yetişkinlere dönüştürüyor.
Ken Robinson, dünyadaki tüm eğitim sistemlerinin aynı konu hiyerarşisine sahip olduğunu söylüyordu. Matematik ve dilin en üstte olduğu, insani bilimlerin ikinci sırada takip ettiği ve sanatın en alt basamakta olduğu bu sistemdi bu. Sanat da kendi içinde bir hiyerarşiye sahipti; resim ve müzik; drama ve dans gibi gibi sanatlardan daha üstte konumlanmıştı. Ken Robinson bu durumu eğitimdeki bedenden çok zihine odaklanma eğilimine bağlıyordu. Bedensel yetenekleri ve beden eğitimini arka plana atıp öğrencinin sadece belden yukarısını eğitmeye çalışan sistem gittikçe temel hedefi profesör yetiştirmek olan bir forma bürünüyordu. Varoluşunda getirdiği yetenekleri, özgün, dinamik yapısıyla dünyada her yönüyle “var olan” insanlar yerine bedenlerinden soyutlanmış, kafalarının içinde yaşayan profesörler yetiştirmeyi tercih ediyorduk.
Robinson, sadece akademik yeteneklere değer veren bu eğitim sisteminin, 19. yy öncesinde henüz bir eğitim sitemi ortada yokken, ortaya çıkan endüstrileşmenin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulduğunun üzerinde duruyordu. Bu endüstrileşmiş eğitim sisteminde hiyerarşinin temelini oluşturan iki temel fikir vardı. Bunlardan biri “en faydalı olanın ilk sırada oluşu” ilkesiydi. Sistem, içindeki insanın kendisi için ifade ettiği değere odaklanıyor ve sisteme hızlı, doğrudan katkı yapmayacak uğraşları değersizleştiriyordu. Bu nedenle bir çok yetenekli çocuk sevdikleri, iyi oldukları işleri yapmaktan vazgeçiyorlardı.
Para kazanamama, statü sahibi olamama, geleceğini güvence altına alamama gibi endişeler onları ait olmadıkları işleri yapmaya zorlayabiliyor, hatta bazı çocuklar akademik uğraşlarla o kadar meşgul oluyorlar ki kendi özlerinde taşıdıkları yeteneklerini hiç bir zaman keşfedemeyebiliyorlardı.
Eğitimdeki hiyeraşinin ikinci temelini ise akademik becerinin zeka kavramını ifade ettiği fikri oluşturmakta. Okulda başarılı olan öğrencinin zeki kabul edildiği günümüz eğitimini eleştirirken Robinson, akademik enflasyon kavramına değiniyordu.
Eğitimin tüm odağının ve işlevinin öğrenciyi üniversiteye hazırlamak olmaya başladığı günümüzde artık lisans diploması tek başına çok şey ifade etmemekte. Önceden üniversite mezunu olmanın kabul edilebilir yeterlilikte olduğu işler için artık yüksek lisans, doktora gerekebiliyor. Gittikçe yükselen bu akademik standartlar, öğrencileri yarıştaymışçasına zorluyor ve yarışa ayak uyduramayanlar yetenekleri ve zekaları ne boyutta olursa olsun sisteme kabul edilmiyorlar.
Ken Robinson, yanlış gidişatın önüne geçebilmek için akademik yetenekle birebir ilişkilendirdiğimiz zeka kavramını gözden geçirmemizin şart olduğunu vurgulamakta.
Zekanın görsel, müzikal, sözel, bedensel gibi bir çok farklı türü var. Zeka aynı zamanda bir çok farklı disiplinle ilişkili, dinamik ve kendine özgü bir kavram. Ken Robinson, bu konuya örnek olarak ünlü koreograf ve dansçı Gillian Lynne’in dansçı olma hikayesini vermekte.
Gillian Lynne çocukken, konsantre olmakta güçlük yaşayan ve durduğu yerde duramayan bir yapıda olduğu için öğrenme güçlüğüne sahip olduğu düşünülmüş. Annesinin götürdüğü bir uzman ona öğrenme güçlüğü teşhisi koymak yerine müziğe ve dansa olan inanılmaz ilgisini keşfederek onu yönlendirmiş ve Gillian’ın müthiş başarılarla dolu kariyeri bu şekilde başlamış. Bu hikaye toplum olarak kalıplarımızın biraz dışında kaldığı için “kusurlu” ve “değiştirilmesi gereken” olarak olarak etiketlediğimiz kişilerin nasıl büyük cevherlere sahip olabileceğini göstermesi açısından çok dikkat çekici.
Ken Robinson, konuşmasını bitirirken gelecek için umudunun bizlere yeni bir anlayışı adapte etmek olduğunu söylüyordu. Eğitimdeki ana prensiplerin yeniden şekillendirildiği, gelecek umutlarımızın yattığı çocuklardaki yaratıcı kapasitenin zenginliğinin fark edildiği bu anlayış, çocukların varlığını bir bütün olarak yetiştirmeyi içermekte. Çünkü insan beyni bölümlere ayrılmış bir yapı değildir, bir bütün olarak çalışır. İnsan da bir bütün olarak eğitilmelidir.
Milyonlarca insana ulaşan bu konuşma, eğitim sisteminin içinden geçmiş ve yaratıcılıkları keşfedilememiş herkes için çok değerli. Aynı zamanda geleceğin eğitimini şekillendirecek uzmanlar ve politikacılar için de dikkate alınması gereken bir kaynak oluşturmakta.
Ken Robinson Kimdir?
Sir Ken Robinson, 4 Mart 1950 doğumlu İngiliz eğitimci, konuşmacı, danışman, yazar.
Liverpool’da işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi, küçük yaşta geçirdiği çocuk felcinin vücudunda bıraktığı etkilerden dolayı bir süre özel okullarda eğitim gördü. Drama ve İngilizce üzerine lisans eğitimini tamamladı, yüksek lisans eğitimini ise drama ve eğitimde tiyatro araştırmaları üzerine yaptı.
12 yıl boyunca Warwick Üniversitesi’nde profesörlük yaptıktan sonra emekli olan eğitimci, 1999 yılında Birleşik Krallık Hükümeti'nde eğitim, yaratıcılık ve ekonomi ile ilgili ulusal komisyon yürüttü. Kuzey İrlanda barış sürecinde; eğitim, eğitim yatırımları ve kültürle ilgili çalışmalarıyla kilit rol oynadı. Bu süreçte yaratıcı ve ekonomik kalkınma stratejilerinin geliştirilmesinde ana figür haline geldi. Yaratıcı eğitim üzerine bir çok ulusal ve uluslararası proje yürüttü. Hizmetlerinden ötürü Kraliçe Elizabeth tarafından 2003 yılında şövalyelikle ödüllendirildi ve isminin başına “Sir” ünvanı eklendi.
Element isimli kitabı, 23 dile çevrildi, dünya çapında milyonlar tarafından okundu ve New York Times’ın en çok satanlar listesine girdi. 2006’ da yaptığı “Okullar Yaratıcılığı Öldürüyor Mu?” isimli konuşmasıyla TED tarihinin en çok izlenen konuşmacısı unvanını kazandı. 40 milyonun üzerinde görüntülenen ve farklı 160 ülkeden 350 milyon insana ulaşan konuşması günümüz eğitimine etkileyici bir eleştiri getirmekle birlikte, ideal eğitim sisteminin nasıl olması gerektiğiyle ilgili önemli noktaları ortaya koymaktaydı.