Kanser, her geçen gün daha sık duyduğumuz hastalıklardan biri; öyle ki Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2030'da 20 milyon kişide görülmesi bekleniyor. Ben de uzak olmayan bir tarihte, yaklaşık 2 yıl önce kanser tedavimi tamamlayıp hayata dönen genç bir kadınım. Bu hastalığın yaşı, cinsiyeti, sosyoekonomik, kültürel, coğrafi, kim olduğumuzla ve nereden geldiğimizle alakası yok; şans eseri, coğu hastalık gibi içimizden birilerini buluveriyor. Unutmayalım ki hastalıklar hayatın birer parçasıdır.
Tanıyı aldığımız an kansere yüklenen anlamlar, genellikle toplumda anlatılan, dizilerde ve filmlerde işlenen haliyle bildiklerimizden oluşuyor. Bu tablolar genellikle dramatik, acı çekilen, aile dramı içeren, ölümle karakterize edilen bir hastalık yaşantısından ibaret. Halbuki çoğu zaman bu yol bu kadar dramatik ve zorlu değil; kaldı ki başa gelen çekiliyor.
Hiç beklemediğimiz anda tanı alan bizler içinse durum şöyle özetlenebilir; "günlük yaşam içinde yolunda giden tren birdenbire yoldan çıkıyor." Bu beklenmedik durum, kaza ya da talihin oyunu ise bizi savunmasız yakalıyor ve pek çok bilinmezlikle dolu oluyor. Kendini birden çeşitli belirsizliklerin içinde bulan kişi ve ailesinin kaygılanması, korkması ve üzülmesi ise çok normal.
Tanı aldıktan sonra şok, inkar, kafamıza bir sürü doğru/yanlış, sağlıklı değerlendiremediğimiz düşünce ve inanışların üşüşmesi kaçınılmaz. Bunlarla eş zamanlı olarak insan bir nedensellik, bağlam da arayabiliyor: "Neden ben?" ya da "Neden benim çocuğum?" Ardından süreç ve tedavi ile ilgili endişe ve korkular da bu duygusal iklime eşlik ediyor. Şüphesiz her şeyi aynı anda düşünmek ve bunlarla baş etmek, sıfırdan yeni bir destek ve öncelik sistemi oluşturmak zorlayıcı bir deneyim; kişi psikososyal olarak desteklenmeye ihtiyaç duyuyor.
Kanser tanısı kişinin benlik saygısında çarpıcı değişimlere de yol açabiliyor; kişi daha önce farkında bile olmadığı inanışlarla kendi içinde baş başa kalıyor. "Artık defoluyum!", "Kimse beni sevmez!", "Ailem için bir yüküm!", "acı çekerek öleceğim!" gibi gerçekliği olmayan, terapi odasında işlenmeye muhtaç ama bu karmaşık durumun içinde de o an için çok gerçekçi gelen inanışlar karşımıza çıkıyor.
Kanser tanısı alan hasta, ailesi ve yakın çevresi görece bu uzun yolda iyi bir ekip olmak zorunda fakat hiç beklenmedik ilişki problemleri de bu zorlu zamanda karşımıza çok sık çıkıyor; ki bunlar bazen bir ev ya da hastane odasında aile üyesi ya da sağlık personelinden başka pek bir insanla iletişim kuramayan hasta için majör ve çözülmesi elzem; akıl ve ruh sağlığına tehdit problemler olarak önümüze geliyor. Çoğu zaman kişide öfke, utanç, korku gibi güçlü duygular uyandırsa da düğümlenen ilişkiler yapıcı bir şekilde psikoterapi odasında çözülüyor.
Hastaların kanser tanısı ile birlikte azımsanmayacak ölçüde depresyon ve anksiyete bozukluklarıyla baş ettiğini belirtmekte de fayda var. Tedavi sonrası sembolik gün ve aylarda travma sonrası stres bozukluğu semptomlarından bahsetmek de mümkün. Bu demek oluyor ki tedavi sırasında ve sonrasında zaman zaman destek almamız gerekebilir ve bu çok doğal, işlevsel, yapıcı bir ihtiyaç ve eylemdir. Destek ihtiyacı uzun süreli olabilir. Hastalığı ve getirdiği yaşantıyı tüm süreçlerle birlikte bir bütün olarak kabul etmekte fayda var. Ki kabul harika bir adım ve gelmemiz gereken bir nokta fakat çoğu zaman hemen, peşinen de gelmiyor. İnsanlar iki kelimelik "Ben kanserim" cümlesini söylemek için uzun bir zamana ihtiyaç duyuyor. O bir cümleyi bile söylemek inanın bazen çok zor. Belirtmeliyim ki kabul ve teslimiyet kavramları rahatlatıcı ve üzerine çalışılıp varılan, kritik noktalardır.
Hastane, doktorlar ve sağlık personeli ile iletişim, bir ekip olma bilinci ve güven de üzerine çalıştığımız noktalardan; muhakkak ki hastaya sadece hasta olmak düşmeli, hasta her şeyi kontrol edip düşünmek zorunda değil, bunu yapan kocaman bir ekip var. Demek ki bir ekip halinde çalışabilmeyi öğrenmeliyiz. Bizim ekibimiz ise tanıyı alan biz, ailemiz, doktor ve sağlık çalışanlarından oluşuyor.
Hastalığın karakteristiği gereği gerek aldığımız tedaviler sonucu bağışıklık değerlerimiz gerek fiziksel görünümümüz ve dönemsel olarak güçten düşmemiz sonucu bir şekilde hayattan "önceki gündelik hayatımıza" göre izole oluyoruz. Bu durum uyum bozukluklarına ve ben ötekiyim algısına sebep olabilir. Özellikle okul ve sosyal çevrelerinden kopan çocuk ve ergenler bu konuda çok zorlanıyor ve bir ruh ve akıl sağlığı uzmanından tedavi ve tedavi sonrası gündelik sosyal hayata dönüş sırasında süreğen destek almaya ihtiyaç duyuyor. Yetişkinler de yaygın gözüken konular olarak iş hayatına dönüş ve ekonomik kaygılardan bahsetmek mümkün.
Organ ve fiziki yetisel diğer kayıplarından ve bunlara yüklediğimiz anlamlardan bahsetmek de kaçınılmaz. Muhakkak ki genç bir kadının rahmini, yeni bir annenin göğsünü ya da bir erkeğin testislerini aldırması kişinin benlik saygısı, özgüveni, cinsel hayatı ya da hayattaki rollerine yüklediği anlamları bir anda değiştirebilir. Bu konular ve ilişkiler Psikoonkolog ile terapi odasında işlenir.
Öz şefkat ve özbakım da diğer önemli konulardan, yeri gelirse kendimizi çok sevdiğimiz kedimiz ya da çocuğumuz gibi imajine edip ona gerekli bakımı verecek farkındalığı kazanacağız; insan fark etmeden onca badirenin içinde kendine zulmeden de oluyor. Yeni bakış açıları kazanmak süreç içerisinde muhakkak ki önemli.
Özetle kanser, fiziksel bir hastalık gibi görünse de hastalık önceki stresörler ve hayat tarzı, yeni hayata taşınmayacak, düzenlenecek konu ve durumlar; depresyon ve anksiyete bozukluğu; tedavi sırasındaki çarpık inanç, düşünce ve benlik değeri; ilişkiler ve birey konusunda desteklenmeyi gerektiren ruh, akıl ve sosyal sağlık konularını da içeriyor. Sağlıklı olabilmek fiziksel, zihinsel ve sosyal iyi oluş halinin bir ortalamasından ibaret; bu yüzden tanı alan hastayı her alanda desteklemekte fayda var.
Unutmayalım ki doğru dokunuş ve doğru yönlendirmeler herkes için hayatı kolaylaştırır.
Üstelik doğru yönetilen zorlu yaşam olayları sonrası bu deneyimin bize bir armağanı da olur, bunun adı "psikolojik büyüme"dir. Böylece bambaşka, daha iyi, daha bütüncül bir yerden hayata bakmak ve olumlu anlamda dönüşmekten de söz edilebilir. Buna bir örnek vermek gerekirse "Hastalık öncesi ben ve sonrası ben bambaşka kişileriz ve bu gerçekten harika!" diye ekleyebilirim.
Unutmayalım ki hayat dalgalı bir yer, hayatı bir bütün halinde kabul edelim. Muhakkak ki her şeyin bir sonu var. Bu yoldan geçmek gerekiyorsa geçeceğiz; iş ne kadar profesyonelce, zorlanmadan, elimizden geldiğince kendimizi destekleyerek, görece daha az zorlanarak geçebilmek (ÇÜNKÜ Bİ TÜRLÜSÜ DE MÜMKÜN! :)
Sizlere sağlıklı, içinde bulunduğumuz küçük ferdi hayatlarımızdan memnun ve çevre ve uzmanlardan destek alabildiğiniz günler dilerim.
Uzm. Psk. / Psikoonkolog Asude Yağcı